Suçluları cezalandırırken güdülen gayeler, çeşitli devirlere hâkim olan  farklı anlayışlara, cezalandırma hakkının dayandığı çeşitli bakışlara göre  değişmektedir.

Naslardan ve islâm hukukçularının yorumlarından anlaşıldığına göre  islâm'da müeyyidelerin gayesi, insanlığı islâh etmek, onları kötülükten korumak-arındırmak, kanunlara itaatı sağlamak ve sosyal düzenin bozulmasını önlemektir.


Bu amaca ulaşabilmek için ceza hukukunda şu prensipler hâkim olmuştur: 


 a) Ceza suçu önlemeli, suçluyu ıslah etmeli ve başkalarına ibret (caydırcı) olmalıdır. 
  b) Cezanın miktarı, gayenin gerektirdiği kadar olmalı; bundan eksik veya fazla olmamalıdır. 

 c)Cezanın gayesi, hapis ve ölümün de ceza olarak devreye girmesini gerektiriyorsa bu cezalar verilmelidir.


d) Gayeyi temin etmeyen cezalar üzerinde ısrar edilmemelidir.  

e) Suçluyu ıslah etmek ve uslandırmak, ona işkence etmek ve ondan intikam almak demek değildir. 

Bu gayeler bakımından islâm ceza hukukunun kapsadığı cezalar ikiye ayrılmış, hudâd ve kısas nev'inden cezalarda toplumun (ammenin) menfaati  ve ihtiyacı ön plana alınmış, tazîr suçlarında ise bu cihet ihmal edilmemekle  beraber bireyin (suçlunun) ıslahına ağırlık verilmiştir.  

B- CEZANIN ŞAHSİLiĞİ Cezanın şahsiliğinden maksat, cezayı aslen veya feran işleyen suçlunun  çekmesi, suça iştiraki olmayan kimsenin başkalarının işlediği suçlardan dolayı ceza görmemesidir. Bu prensibe insanlık ancak onsekizinci asrın sonlarında ulaşmıştır. Bundan önce birçok toplumda asıl suçlunun yanında onun  yakınlarının da cezalandırıldığı olmuştur.


 İslâm ceza hukukunda "herkesin 
kendi işlediği suçun cezasını çekmesi, suçludan başkasının cezalandırılmaması" esastır. 

Nitekim, Allah Teala kur'ani kerimin değişik yerlerde açık ve net bir şekilde bu hakikati ortaya koymaktadır. 

Bu hakîkatlardan iki örneği bize yeterlidir. 
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ.
De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir rab mi arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir, kimse başkasının yükünü taşımaz; sonunda dönüşünüz Rabbinizedir, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir."


وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۜ اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ.
Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rabblerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.
İslâm hukukunda cezanın şahsiliği prensibine ters düşer gibi görünen tek uygulama "âkılenin (diyet) ödemesine katılmasıdır."
Âkıle ilk devirlerde suçlunun belli sınırlar içinde akrabası, sonraları devletten aylık  alanlar arasında kendi kesiminden olanlar; aynı esnaf vb. teşkilâtına mensup  bulunanlar şeklinde anlaşmıştır. 

Şibh-i amd (kesici  öldürücü olmayan  ve  vasıtalarla öldürme) ve kazâ yoluyla öldürmelerde diyeti yalnızca oldüren  değil, onun âkılesi öder. Gerçi âkılenin diyeti ödemesini mecburî telâkki etmeyenler ödediği takdirde bunun ödünç verme ileri süren müçtehidler vardır.


Ancak çoğunluğa göre diyeti âkıle ödemektedir. Akılenin diyeti ödemesi İslâm hukukunda bir ceza olarak değil,  bir yardımlaşma olarak düşünülmüştür. Bu döneminin, öldürme kastı bulunmayan vak'alar için bahis konusu olması da yardımlaşma düşüncesini  kuvvetlendirmektedir. Çok ağır olan bu tazminat yükü yalnızca suçluya  yüklendiği takdirde ya onun belini bükecek yahut da ödeme imkan  bulunmadığı zaman diyet alacaklıları mağdur olacaklardır. 

Ayrıca âkılenin,  içlerinden birisi bu neviden bir suç işlediğinde diyeti ödeyeceklerini  bilmeleri, dikkatli ve  uyanık olmalarını, suçun meydana gelmemesi için  ortak gayret sarfetmemelerini de temin edecektir.


C- CEZADA EŞİTLİK 
Cezada eşitlik, cezanın suça uygun olması, aynı sucu işleyenlere  şartları bulunduğu zaman aynı cezanın verilmesi, suçlunun bilgi, zenginlik, ırk, renk, asalet gibi vasıflarının  cezaya tesir etmemesi ile sağlanır. Cezada eşitlk  prensibi de geçmiş  asırlarda ihlâl edilmiş, imtiyazlılar ya cezasız, yahut da  hafif bir ceza ile yakalarını kurtarırken sıradan insanlar ağır cezalar altında  inlemiş, can vermişlerdir. 
İnsanların adalet duygularını inciten bu sakat gidiş  baştan beri islâm hukukunda mahkum edilmiş, eşitlik prensibine titizlikle  riayet edilmisştir. Asîl bir kadının, işlediği bir suştan dolayı ceza görmemesi  için aracılık edenlere Resâlullah (s.a.)in "Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in Kızı Fâtima da olsa aynı cezayı uygulardım." cümlesiyle verdiği cevap  bu prensibin gerçevelik levhasıdır!.

Hatırlamakta fayda var: daha önce belirttiğim gibi;
Kuran ve sünnet dururken beşeri kanun ve yasaları suç işlememe ve caydırma noktasında yetersiz ve işlevsiz kaldığını herkes tarafından bilinmektedir. 
Bu bağlamda;
Hukuk sisteminin tüm sınıflandırılmasında; Kamu hukukuta, özel hukukukta, karma hukukukta ve hukukun temelinde islami hukuk esas (temel) alınarak devletin işleyişi, toplumun huzuru ve adaletin sağlamak adında çok yerinde olur.


İnancımıza, fıtratımıza, Kültürümüze, ülkemize, bölgemize ve temel değerlerimize uyuşmayan hukuk sistemi kesinlikle değişime mahkumdur. 

Bu bağlamda suçların artırılması-çoğalması, cinayetleri artırılması, taciz ve tecavüzün boyutların had safhada olması, vs. hepsinin kaynağı bellidir. 
 Özellikle kadın cinayetlerin artırılmasını sebebi mevcut, medini kanunun Kültürümüze, inancımıza, ülkemize ve temel değerlerimize uyuşmayan bir hukuk sisteminde kaynaklı olduğunu bilinmektedir.
 Bu hukuk sisteminin ülkemizin geleceği için, insanlığı islâh etmek ve yaşatmak için, onları kötülükten korumak-arındırmak, kanunlara itaatı sağlamak ve sosyal düzenin bozulmasını önlemek için bir an evvel İslami hukukun temeline dayalı dikkatli bir şekilde değişime gidilmesi gerekmektedir. 

Rabbim bizi tüm islâm aleminin beldelerinde  yaşayan tüm ehli-imanı, kur'an ve sünnete cizgisine göre, rızasına uygun bir şekilde yaşamayı ve yaşatmayı  nasip eylesin!.. Amin..