Mehmet Özcan / Analiz
İran inkılabı, 1 Şubat 1979’da Şah Rıza Pehlevi’nin İran’ı terk etmesiyle gerçekleşti. Ayetullah Humeyni’nin yıllarca sürgün hayatı yaşadıktan sonra Tahran’a geri dönmesiyle İran’da, İslam cumhuriyeti kuruldu. 33 yıl önce gerçekleşen bu devrimle Şah Pehlevi Hanedanı sona ermiş, ülke İslami kanunlara dayalı bir sisteme geçmişti.
Babadan oğula geçişli bir sultalıkla ülkeyi 60 yıla yakın bir zaman diliminde yöneten Şah rejimi, 1978-79 arası dönemde iktidarını halkın başkaldırısından koruyabilmek için gerekirse on binleri, yüz binleri öldürmekten geri durmayacağının sinyallerini veriyordu. Ancak karşısında ‘Allah’u Ekber, Humeyni rehber..’ slogan ve feryatlarıyla yeri göğü inleten halk ise tanklara karşı güller atarak adeta ölüme razı olduklarını haykırıyordu. Bu durum karşısında daha fazla dayanamayan Şah Rıza Pehlevi, 1 Şubat 1979’da İran’ı terk etmiş, Amerika’ya kaçmıştı.
BATI, MÜTTEFİKİNİ KAYBETMİŞTİ
Şahlık rejimi zamanında İran, ABD’nin orta doğudaki en önemli müttefiki, jandarmasıydı. İran’ın tüm zenginlikleri ABD tarafından sömürülüyordu; öyle ki devrimin olduğu sene ABD ekonomisinin ciddi bir kriz geçirdiği kayıtlara geçmişti.
İNKILAP, İSLAM DÜNYASINA ÖZGÜVEN KAZANDIRDI
İran’daki değişim, dostları sevindirirken düşmanları da çileden çıkarmıştı. Ülke içinde yapılan suikastlar sonucu devrimin öncü kadrolarından birçoğu aralıklarla şehid edildi. İran, iç karışıklıklara karşı uğraş verirken, ABD ve diğer batılı emperyalistler de boş durmuyordu. Sahaya Saddam’ı süren batılı işgalciler, Saddam eliyle İran’a savaş açtılar. Sekiz yıl süren bu savaşta tahminen karşılıklı bir milyonu aşkın insan hayatını kaybetti, milyonlarca kişi de yaralandı. Büyük yıkımların yaşandığı bu savaşta her şeye rağmen İran ayakta durabilmeyi başarmıştı.
İran inkılabı rehberi İmam Humeyni 1989’da vefat ettiğinde cenazesine katılan ve gözyaşı döken insan sayısının 10-15 milyon civarında olduğu belirtiliyordu. İmam Humeyni, tebliğ, hicret, fetih ve devrimle görevini ifa etti. İmam Humeyni’yi mezheplerin dar kalıpları içinde değerlendirmek büyük bir haksızlık olur. Antiemperyalist duruşu, tavizsiz kişiliği, feraseti ile ümmete örnek bir önder olmuştur. O, yetiştiği kültür itibariyle bir Şia âlimidir; ama dünyanın hemen hemen her tarafında İslam’ı yaşamanın çok zor olduğu bir dönemde İslam’ın sesini yükseltmiş, gerçekleştirdiği inkılâp İslam âleminin uyanmasına, silkinmesine büyük katkı sağlamıştı.
33 YILLIK SÜREÇTE İRAN’IN GELDİĞİ NOKTA
Devrim sonrası aradan geçen 33 yıllık süreçte İran’ın geldiği noktayı birkaç açıdan değerlendirecek olursak; İran, başta Amerika ve israil olmak üzere batılı ülkelerin 33 yıldır uyguladıkları ambargolara karşı hiçbir zaman boyun eğmemiş aksine siyasi, askeri, ekonomik olarak ve daha birçok alanda ülkesini geliştirmiştir.
İMAM HUMEYNİ SONRASI DEĞİŞİM
İmam Humeyni, İslam inkılabı sonrası yaptığı açıklamalardan birinde uzun süreli hedeflerinin, İslam’ı dünyanın her tarafında tanıtmak olduğunu, İslam bayrağını dünyanın her yerinde dalgalandırabileceklerine inandığını belirtiyordu.
Ancak ekseriyetini şia mezhebine bağlı Müslümanların oluşturduğu İran’ın, İmam Humeyni’den sonra mezhebi olarak gerek ülke içi ve gerek ülke dışı politikası ümmetçi bir yaklaşımdan sürekli uzak durdu. İran’ın mezhepçilikten uzak, vahdet çerçevesinde İslam dünyasına verilen mesajları ise hep sönük kaldı. Günümüzde İran’ın Irak, Yemen, Azerbaycan, Bahreyn, Lübnan gibi ülkelerde yaşayan Şii Müslümanlara bakışı ile diğer bölgelerdeki Sünni Müslümanlara bakışı ve önceliği arasındaki farkı görmek mümkündür. Bu yüzden birçok Sünni Arap devleti İran’ı Şii politikacılığı yapmakla suçluyor. Bu konuda haksız da sayılmazlar hani. Öyle ki İran’ın kendi içinde bile mezhebi noktalarda aşırı gidenleri, birbirine düşenleri görmek mümkün.
Bu durum zaman zaman devleti yöneten erkler arasında da sorunlar yaşanmasına vesile oluyor. Özellikle eski cumhurbaşkanlarından Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi gibi isimlerin mevcut yönetime ters düşmeleri, Hatemi ve bazı önde gelenlerin taraftar toplayarak Ahmedinejad yönetimine karşı ayaklanmalara varan eylemler başlatmaları ülkeyi neredeyse bir kaosa doğru sürüklemeye götürüyordu. Şimdilerde ise Ahmedinejad ile Hamaney arasında esen sert rüzgarlar etkisini zaman zaman gösteriyor.
İmam Humeyni, inkılap sonrası yaptığı bir duasında şunları ifade ediyordu;“Allah’ım! İnkılabımızı, yeryüzünün zalim ve diktatörlerinin zulüm kalelerinin ve sultalarının yıkılması için bir başlangıç yap.”
Gerçekleşen İslam Devrimi dünyadaki tüm Müslümanların yüzünü güldürmüş, mazlum ve mustazaf halkların umudu haline gelmişti. Dünya üzerindeki birçok İslami Hareket, daha bir aşka gelmiş İran inkılâbından etkilenerek çalışmalarına hız katmışlardı. İnkılâbın ardından geçen 33 yıl sonra bugün Arap dünyasındaki halkların diktatörlere başkaldırısı, İmam Humeyni’nin ferasetini, yaptığı duanın kabul oluşunu da gösteriyor. Ancak Arap halkları direnişlerinin bölgeyi İslam baharına çevireceği günümüzde İran’ın önemle üstünde durduğu küresel mezhepçilik kavramı İran’ın diğer İslami camialarda bile izole olmasına sebep olurken, İmam Humeyni’nin Şii olmasına rağmen mezhepler üstü bakışından da uzaklaştırıyor
DÜŞMAN KARŞISINDA SÜNNİ-Şİİ BİRLİĞİ
İran’ın Şii politikasını ön planda tutması her ne kadar ümmet çerçevesinde hareket eden Müslümanları rahatsız etse de her şeye rağmen Amerika ve israil karşısındaki dik duruşu nedeniyle Şii- Sünni tüm Müslümanları aynı safta birleştiren en önemli unsurlardan biridir. Özellikle İran’ın Filistin davasına verdiği destek takdire şayandır.
SURİYE POLİTİKASI YENİDEN DİZAYN EDİLMELİ
Bir diğer önemli konu ise, İran’ın Suriye konusundaki tavrıdır. Esad rejimine, yapılan katliamlara rağmen verilen destek, bölgedeki stratejik çıkarları konusunda haklı da olsa İran’a karşı İslami çevrelerde bile bir tepki uyandırmıştır. Suriye’deki durum her ne kadar göründüğü gibi olmasa da ve batılı güçlerce müthiş bir dezenformasyona tabi tutulsa da, dökülen her mazlum kanı her şeyin yeniden hesaplanması ve stratejilerin ona göre yeniden dizayn edilmesi gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor.
AYNI PEYGAMBERİN İZİNDE OLDUĞUMUZ UNUTULMAMALI
Sonuç olarak, mezhebi farklılıklar Müslümanları birbirinden ayırmamalı aksine aynı peygamberin izinde yürüdüğümüz gerçeğini idrak ettirmeli. Kur’an ve sünnet çerçevesinde birleşen bir ümmet olarak Müslümanları kardeş yapmalı, gücüne güç katmalı. Çünkü bu şekilde bir birliktelikle ancak kandan beslenen işgalci batılı güçlerin karşısında dik durulabilir.