İbrahim GÜÇLÜ
Anayasa Referanduma az zaman kalmış. Anayasa referandumu için kampanyalar oldukça sertleşmiş durumda. Bu sürede tavrı net olmayanların da tavrı netleşmeye doğru gidecektir.
Anayasa Referandumunda, “evet”, “hayır”, “boykot” ve “sandık başına gitmeme” pozisyonlarını anlamak için bazı temel konuların açığa çıkarılması ve aydınlanması gerekir. Yoksa sorun, verili tartışmalarla ele alınırsa, anlaşılması oldukça zor olacaktır.
Türkiye’de Anayasalar Hiçbir Zaman Kürtleri kapsamadı. O zaman Neden Taraf Olunsun?
Kemalist Devletin kuruluşundan hemen sonra yapılan anayasa, herkesin taraf olarak iradesi ile tayin edilen ve karar altına alınan toplumsal bir sözleşme olmadı.
Bu anayasa, toplumsal sözleşme niteliğinde olmadığı için, dolayısıyla Kürtlerin, azınlıkların ve etnik grupların anayasası olmadı. Kemalist elitin anayasası oldu. Türk milletinin çoğunluğunun bile anayasası olmadı.
Bu anayasayı tanımlayan ve anayasaya temel olan devlet de, bu nedenle Kürtlerin, Türklerin, azınlıkların ve etnik grupların federal devleti olmadı.
Askeri Darbeler ve Askeri Faşist Diktatörlükler döneminde yapılan anayasalar da, toplumsal sözleşme niteliğindeki anayasa karakterini taşımadı.
Sivil dönemlerde bu anayasalarda yapılan değişiklerde de, Kemalist resmi devlet ideolojisinin dışına çıkılmadı.
AK Parti Hükümeti döneminde 2010 yapılan değişiklikler, mevcut sistemi ve devleti sorgulayan hükümler taşısa da, esas olarak anayasa anlayışında, parametrelerinde, ve paradigmasında yine bir değişiklik yapmadı.
Mevcut anayasada yapılmak istenen değişiklik de, anayasanın niteliğinde ve buna bağlı olarak devletin karakterinde bir değişiklik yapmayacak. Anayasa, Kürtlerin, Türklerin ve herkesin anayasası olmayacak.
Bundan dolayı, Anayasa Referandumunda, “evet” ya da “hayır” sonucu da çıksa da; Kürtlerin, Türklerin ve tüm farklı etnik gruplar için olması gereken anayasanın gerçekleşmesi gündemde olmaya devam edecektir.
Bu nedenle biz Kürtler, Anayasa Referandumunda, milli ve demokratik bir tutum takınmalıyız. Özellikle verili durumda bu tutum, Kürt yurtseverlerinin, Kürt dava adamlarının, Kürt bağımsızlık ve özgürlük sevdalılarının tutumu olacaktır.
Tüm ulusal hakları gasp edilen, ülkesi işgal ve ilhak edilen, sömürge-altı bir statüye mahkûm edilen bir millet olduğumuzun farklılığını ortaya koymalıyız. Bu tutum ve davranış içinde olmak, milletimizin özgürlüğü, ülkemiz Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda da iddia sahibi olduğumuzun parametresi olacaktır.
Bu anayasa referandumu, muhafazakârlarla Kemalistlerin egemenlik savaşının yeni bir perdesidir. Kürt Milli davasının savunucuları olarak, Türk egemenleri arasındaki iktidar mücadelesine taraf olmamalıyız. Mücadelemiz bir iç iktidar mücadelesi değil, Kürdistan’ın bağımsızlığı ve halkımızın özgürlüğü mücadelesidir.
Bu nedenle biz Kürtleri için, anayasa referandumunda en doğru tutum ve karar; en milli, en demokratik, tarihi ve en ahlaki tavır; protesto bağlamında referandumda sandık başına gitmemektir.
Sandık başına gidecek Kürtler de olacaktır ve hem de çoğunlukta olacaktır. Sandık başına gidecek Kürtler de, referandumda en azından Kemalistlerle kesinlikle ortaklaşmamalıdırlar.
Parlamenter Sistem ve Başkanlık Sistemi Hakkında Yanlış Görüşler Var…
Türkiye’de, “parlamenter sistemin” mutlak anlamda demokratik, “başkanlık sisteminin” mutlak anlamda demokratik olmayacağıyla ilgili bir yanlış anlayış var.
Dünyadaki “parlamenter sistem” ve “başkanlık sistemi” deney ve pratikleri; “parlamenter sistemin” her zaman demokrasiye tekabül etmeyeceğini, diktatörlüklerde de “parlamenter sistemlerin” olduğunu gösteriyor.
Aynı durum “başkanlık sistemi” için de geçerlidir.
Türkiye’de anayasa değişikliğiyle yapılan şey, yukarıdaki bölümde ifade ettiğim parametreler ve değerler çerçevesinde yeni bir anayasa ve yeni bir toplumsal sözleşme değildir.
Mevcut tekçi, otoriter, Kürtlere ve etnik gruplara ait olmayan anayasada, bir değişikliktir. Yönetim değişikliğini öngörmektedir.
Sanıldığı, sunulduğu, tartışıldığı gibi, demokratik sistemden demokratik olmayan bir sisteme geçiş değildir. Türkiye’de parlamenter sistem de demokratik değildir.
Bundan dolayı, yeni yönetim sistemini de, demokrasi terazisi ile ele almak doğru değildir.
“Hayırcılar”, “Tek Adam Diktatörlüğüne” Karşı Çıkamazlar. Kendileri Diktatörlüğü Savunuyorlar…
“Hayırcı” kampta yer alan partilerin (CHP, PKK/HDP, Vatan Partisi, MHP’nin en faşist ve ırkçı kanadı, Stalinist sol partiler, Fettullahçılar); yapılmakta olan değişikliğe yaptıkları en büyük itiraz: Yeni yönetim sisteminin, “tek adam diktatörlüğüne”, “faşizme” yol açacağıdır.
Bu görüş sahiplerine göre, mevcut sistem demokratiktir. Değişiklik olunca da “tek adam diktatörlüğü” ortaya çıkar. Bu görüş, Türkiye için gerçeği yansıtmayan, ham hayal ve bir düşüncedir. Çünkü Türkiye’de içselleşmiş yapısal bir faşizm, diktatörlük, otoriterlik var.
Faşizme, “tek adam diktatörlüğüne”, tekçiliğe, otoriterliğe, totaliterliğe karşı çıkmak; demokrasi talep etmek; demokratların, demokrat parti ve kuruluşların işidir. Eğer faşizme, “tek adam diktatörlüğüne”, tekçiliğe, otoriterliğe karşı çıkanların kendileri, o hastalıklara sahipse, “dinime küfür eden keşke Müslüman, Hıristiyan, Musevi olsa” misali bir konumdadır.
CHP, eğer Atatürk ve İnönü’nün tek adam diktatörlüğüne 21. Yüzyılda bile karşı çıkmıyor/çıkamıyorsa, o sistemi sağa sola bükerek savunmaya devam ediyorsa; CHP, o zaman “tek adam diktatörlüğüne” karşı çıkarken ciddiye alınmaz. Herkes de bu tutumlarına güler ve geçer.
PKK/HDP’nin KCK sistemi, tam anlamıyla faşizmdir. Koyu bir otoriterlik ve totariterlik; tek adam, tek ideoloji, tek parti diktatörlüğüdür. PKK/HDP’nin, Anayasa Referandumunda, “”tek adam diktatörlüğüne” karşı çıkarak “hayır demesi ikiyüzlülük ve riyakârlıktan başka bir şey olabilir mi?
Vatan Partisi, Stalinist Partiler, zaten parti ve sol bürokrasi diktatörlüğünü savunuyorlar. Onların da “tek adam diktatörlüğüne” karşı çıkmaları, R.T. Erdoğan’ın diktatör olmaması içindir. Oysa Onlar, kendilerinden olacak diktatörleri baş tacı yapmaya gönüllüler ve hazırlar.
Bunların hepsi alt alta ve üst üste konulup analiz edilince, “hayırcı” kesimlerin derdinin “demokrasi” olmadığı açıkça ortaya çıkıyor.
Referandum’da Parametreler…
Anayasa Referandumundaki tavırlarda, birçok parametre belirleyicidir. Bunlar nelerdir onlara kısaca bakalım.
-Kemalizm ve Muhafazakârlık: Anayasa Referandumundaki kavga, Kemalistlerle Muhafazakârlar merkezinde yürüyor. Bu merkezler etrafında ana kümelenmeler var.
Kemalist cephe, CHP öncülüğünde sürüyor. Kemalistler etrafında, Kemalist sosyalistler ve solcular, muhafazakâr ve R.T. Erdoğan düşmanları, PKK/HDP, Fettullahçılar, Vatan Partisi, MHP’nin ewn radikal ırkçı kesimi, kümeleniyor. Bu küme azınlığı temsil ediyor. Devletin kuruluşundan sonra milletin egemenlik hakkını gasp etmiş cephedir. Yeni anayasa değişikliği ile bu egemenliği kaybedeceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle, şiddetli bir şekilde hayır cephesindedirler.
Muhafazakârlar cephesinde, İslamcılar, milliyetçiler, dindarlar kümeleniyor. Muhafazakârlar cephesi, AK Parti ve MHP öncülünde sürdürülüyor. Bu cephe çoğunluğu temsil ediyor. Yeni anayasa değişikliğiyle, Kemalistlerin egemenlik gaspına son vermeyi düşünüyorlar. Kendi egemenliklerini kurmak istiyorlar. Bu cephe de, “evet” platformunda yer alıyor.
Bu cephede, Kemalizm tarafından zehirlenenler var. Bunlar kararsız kesimi oluşturmaktadır.
-Türk millet parametresinde: Türkler arasında bir egemenlik mücadelesi var. Sivil ve askeri bürokratik kesim ve onların etrafından toplanan azınlık dışındaki Türklerin referandumda “evet” demeleri kadar doğal bir şey olamaz.
“Kemalist millet” de “hayır” diyecek.
-Egemenlik parametresinde: Türklerin çoğunluğu, egemenlikleri, Kemalistler tarafından devletin kuruluşundan sonra gasp edildiği için, bu değişikliğe evet diyeceklerdir.
Kemalistler hayır diyecektir.
-Demokrasi parametresinde: Sorun demokrasi açısından değerlendirilmeyecek. Önceki parametrelere göre referandumda tutum takınılacak. Demokrasiden bahsedilecekse, Kemalistlerin demokrasiyle hiç alakası yoktur. Muhafazakârlar Türkiye’de Demokratik Partiyle (Mendereslerle) başlayan en genel anlamda demokratik objektif bir misyona sahiplerdir.
-Sınıflar parametresinde: Yine yukarıda sıraladığım kriterler açısından bir ayrışma olacak. Sınıflar olarak bir tutum ve davranış geçerli olmayacaktır.
-Dinler ve mezhepler parametresinde: Müslüman Sunilerin çoğu “evet”, Alevilerin çoğunluğu “hayır” cephesinde yer alacaklardır.
-İdeolojiler parametresinde: Kemalizm ve etrafında kümelenen ideolojik gruplar, muhafazakârlık ve etrafından kümelenen ideolojik gruplar çerçevesinde referandumda bir tutum ve davranış belirlenecek.
CHP, Kürdistan’ın Kolonileştirilmesinin Babalarıdır…
Kemalistler, tarih boyunca Kürtleri inkâr ve ret ettiler. Kürtleri katlettiler. Kürtleri Türkleştirmek için ırkçı tezler savundular ve uyguladılar. Hem Türklerin ve hem de Kürtlerin egemenlik haklarını gasp ettiler.
Kürtler hayatlarını kurtarmak için 1975 yılında Hakkari’den Kürdistan’ın Kuzeyine (Türkiye’ye) giriş talebinde bulunduğu zaman CHP hükümetti, Bülent Ecevit de başbakandı. Kürtlerin Kürdistan’ın Kuzeyine geçmesine izin vermedi.
Bu nedenle Biz Kürtler, referandumda Kemalistlerle aynı olmamak ve örtüşmemek için “hayır” kampında yer almamalıyız.
Türk Muhafazakârlarının Kürtlerle İlişkisi…
Muhafazakârların, Kürtlerle ilişkileri farklı oldu.
1946 yılında çok partili sisteme geçildikten sonra, Demokrat Parti, Kürtlerle ilgili sömürgeci paradigmayı değiştirmemesine rağmen; Kürtlerle iyi ilişki kurmaya çalıştı. Kürtlerin de, Kürt olmayan kimlikle milletvekili olmasını sağladı.
DP, 1950’de hükümet olduğu zaman da, Kürtler için genel bir rahatlama ve Kürdistan’a hizmetler gelmeye başladı. Kürdistan’ın Doğu ve Kuzey sınırında Van’ın Özalp İlçesinde katledilen 33 Kürt’le ilgili General Muğlalı hakkında mecliste soruşturma açtı. Soruşturma sonucu Muğlalı’nın yargılanması için mahkemeye sevk edildi. Mahkeme Muğlalı’yı ağır cezaya çarptı.
Muhafazakârlarla ilişki, 12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonra, Özal Hükümeti döneminde daha anlamlı, daha nitelikli bir hal aldı. Özal, “Kürtlerin var olduğunu ve 12 milyon Kürt olduğunu ilân etti. Kürtlerin haklarının da olduğunu söyledi. Federasyon bile tartışılabilinir” dedi.
Özal, Halepçe Katliamından sonra kapıları Güneyli Kürtlere açtı.
Özal, Körfez Savaşından sonra da, Güneyli Kürtlere yardım elini uzattı. Kapıları açmakla kalmadı, Kürdistan’da güvenli ve özgür bir bölgenin kuruluşunu o zamanki ABD Başkanı Bush’a önerdi. O da kabul etti.
Kürt liderleri Mesut Barzani ve Celal Talabani, Kürdistan partileriyle ( o zaman Irak KDP ve YNK vardı) ilişki kurdu. Kürdistan partileri bürolarının açılışına izin verdi.
Özal’ın kurduğu ve yapılandırdığı bu ilişkiler, daha sonraki dönemlerde de devam etti. Bugünlere kadar geldi.
AK Parti’nin ilk kuruluş döneminde, Kemalist vesayeti ağırlığından dolayı ilişkiler hayli olumsuz oldu. Ama belli bir aşamadan sonra, AK Parti Hükümeti ile Kürdistan Federe Devleti’nin ilişkileri rayına oturmaya başladı. Özellikle Kürdistan Federe Devlet Başkanı’nın Diyarbakır’a gelmesinden sonra ilişkiler, yeni bir nitelik, karakter, yüksek bir düzey kazandı. Türkiye, Kürdistan Federe Devletiyle ilişkileri stratejik olarak nitelendirmeye başladı. Kürdistan Federe Yönetimi de, Türkiye ile ilişkilerini benzer tanımlarla ifade etmeye başladılar.
2016’da Kürdistan Federe Başkanı’nın Türkiye’ye gelişinde Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamında Kürdistan Bayrağının asılması, bu ilişkilere yeni, olgunlaşmış bir renk ve nitelik kattı.
Kürdistan Devlet Başkanı’nın son Türkiye ziyaretinde (26 Şubat 2017), Atatürk Hava Alanında protokol direklerine de Kürdistan Bayrağının asılması, Türkiye’nin Kürdistan Federe Devletine ve Başkanına verdiği değere yeni bir değer ve katkı sağladı.
Ayrıca bilinen bir şey var ki, diğer üç sömürgeci devlet Kürdistan’ın Bağımsız Devlet olmasına karşılar. Türkiye nötr durumdadır.
Bu nedenlerden dolayı, sandık başına gidecek Kürtlerin “evet”ten yana oy kullanmaları milli çıkarlarla bir ölçüde ve anlamda örtüşme gösterir.
Kürdistan’ın 23 şehri baz alındığı zaman, “evet” oyları çoğunlukta ve yüzdesi de yüksek olacak.
Amed, 9 Nisan 2017