15 Temmuz ABD destekli darbe girişimi, dünden bugüne yaşanan askeri darbeleri yeniden gündeme getirdi. Milyonlarca insanı ve tüm bir ülkeyi olumsuz etkileyen darbeler nedeniyle yaşanan sosyolojik, psikolojik ve ekonomik travmalar, hep büyük mağduriyetlere, unutulmaz acılara neden oldu. Çünkü darbeciler yasalardaki "Cumhuriyeti koruma" gibi görevlerin yer aldığı bazı maddeleri gerekçe göstererek Türkiye Cumhuriyetini korumaya(!) devam etti. Cumhuriyeti darbeyle koruma görevi, şekil değiştirerek 15 Temmuz'a kadar sürdü.
Başbakanı ve iki bakanının idam edilmesine kadar varan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 63 yıl geçti. 27 Mayıs ihtilalini yapan darbeciler, halkı geleneklerinden ve İslami köklerinden koparıp sözde çağdaşlaştırmak istiyordu.
Milletin teveccühüne mazhar olamayacağını anlayan Batı destekli CHP zihniyeti iktidara giden yolu darbecilere koltuk değnekliği yapmakta gördü.
Camilerin kapısına vurulan kilit Menderes'le birlikte kırıldı. İlim ve irfan yuvaları olan imam hatip okulları onun döneminde açıldı. 18 yıllık hasretin ardından Allah-u Ekber nidaları minarelerden ilk kez onun zamanında duyuldu.
Menderes, ölümü göze alarak ezan üzerindeki yasağı kaldırdı. İmam hatip liselerini açtı ve güçlendirdi. Ama bütün bunlardan öte halka dönüp "Siz ne isterseniz o olur" dedi. Sistem bunu kendi ölümü olarak görüyordu. Çünkü sistem iş başına geldiği 1908 II. Meşrutiyet darbesinden bu yana asla halkın istediğinin gerçekleşmesine izin vermemiş; bu yöndeki taleplerin hepsini geçmişe dönmek olarak değerlendirmişti.
Nezaketleri, kibarlıkları, insani hasletleriyle gönüllerde yer etmiş, büyük devlet adamlıkları ve vakarlarıyla da tarihe geçmiş şahsiyetler olan Menderes, Zorlu ve Polatkan, vefatlarının üzerinden 63 yıl geçse de milletin gönüllerindeki yerlerini korumuşlardır.
12 Mart Muhtırası ise 12 Mart 1971'de TSK komuta kademesinin; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek 32. Hükümeti istifaya zorladığı askerî müdahaledir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren halk birileri tarafından düşman görülerek inanç ve değerleri, baskı ve katliamlarla dizayn edilmeye çalışıldı. Halka, Batılı yaşam tarzını zorla dayatma, bu ülkede yapılan darbelerin ilkiydi. Devrim ve inkılap adı altında Müslüman halka darbe üstüne darbe vuruldu. Türkiye'deki darbeler Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze değişik isimler altında geldi.
TSK 12 Eylül 1980 günü, ülkedeki karışıklıkları ve çatışmaları gerekçe göstererek gerçekleştirdiği askeri müdahale ile yönetime el koydu.
Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yer alan kanlı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden yıllar geçti. Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.
Sonuç olarak 12 Eylül'ü bu topluma yaşattılar ve 12 Eylül Kürd halkı için korkunç bir cendere olarak tarihe geçti.
12 Eylülcülerin uygulamaları Kürtleri mevcut sisteme yabancılaştırdı. Çünkü Kamu Kurumlarında Kürtçe'nin yasaklanması gibi birçok yasak Kürtleri küstürdü.
Bu da PKK'nin iyice güçlenmesine sebep oldu. Kürt köylerine askerlerce yapılan baskınları ve Diyarbakır Cezaevi işkenceleri Kürt gençlerini sanki bilerek dağa göndermek için yapılıyordu. PKK'nin güçlenmesi muhafazakâr İslami duyguları güçlü olan Kürtlerin İslami açıdan radikalleşmemeleri demekti. Bu nedenle bütün sol çevreleri ezen 12 Eylülcüler PKK'nin Lübnan'daki Bekaa vadisine kaçmasına izin vermişti. Bu gün İslam dinini kendisine en büyük engel olarak tanımlayan PKK'nin 12 Eylül ürünü bir yapı olduğunu savunmak abartı sayılmaz.
Darbenin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra darbecilerden hesap sormaya çalışılmışsa da Türkiye'nin hâlâ o cunta anayasasıyla yönetiliyor olması büyük bir çelişki olarak durmaya devam ediyor.