Bir sanat bahsidir ki tutturmuşuz toplumca. Neymiş sanat ve estetik insanın bizzat kendi hür iradesinden doğuyormuş. Sanatçı denilen ise bu hür iradenin ürünlerini tüm isteğiyle(!) yansıtan kişiymiş. Hür irade öyle mi! Sanatın var olmasındaki sebeplerin asla bunlar olduğunu düşünmüyorum.
Okuyan insan gerçek dünyadan kaçmak için sığınır kitaplara, film izleyen gerçek hayatta olup bitenlere az da olsa anlam verebilme çabasındadır, müzik dinleyen kişi ise fikrimce akıl sağlığını korumaya çalışıyordur. Peki ama neden hep bir kaçış hep bir sığınma ihtiyacı hissediliyor? İçinde bulunduğumuz maddi şartların bizleri kuşatması sonucu ülkece sürüklenir haldeyiz. Savruluyoruz! Durum artık öyle ciddi bir raddeye geldi ki liseye başlayan bir öğrencinin omuzlarında hissettiği ilk manevi yük gelecek kaygısı oluyor. Yarını düşünmek öğütlenirdi her daim insanlara ama artık bir sonraki adımı hesaplamak ne yazık ki zorunluluk haline geldi. Yaşam şartları bu denli zor olunca sanatsal faaliyet adı altındakilere 'maddi şartların birer avuntusu' demek pek de yanlış olmaz. Avuntular ile sürdürüyoruz yaşamımızı. Temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan bir insan, mental sağlığını korumak için avunmasın da ne yapsın! Demem o ki etrafımızda gördüğümüz, duyduğumuz hatta belki de inandığımız çoğu şey birer kaçışın birer avuntunun ürünü. Goethe'nin ünlü eseri "Genç werter'in Acıları" nı bilir misiniz? Yazar gerçekten o kitabı çoğu genci intihara sürüklemek için mi kaleme almıştır? Hayır. Gerçek yaşamında duyduğu karşılıksız sevgiden zarar görmemek için. Sırf bu yüzden Werter karakteri üzerinden sorguya çekmiştir kendini. Bu örnek bahsettiğim kaçışların manevi bir örneği olsa da maddi olanakların karanlık gölgesinde yıprandığımız bir gerçek. Artık ülkeyi, ruhları yıpranan insanların sığınakları oluşturuyor. Nereye gidecek bu durum bilmiyorum. Maddi şartlar ve bu içinde bulunduğumuz durum bu şekilde devam ettiği sürece bizler hep kaçış halinde olacağız maalesef...