YOL AYRIMININ EN BAŞINDAYIZ-1
Türk-Kürt kardeşliğinin bin yıllık mazisinin sonuna doğru koşar adım gider gibiyiz. Bazılarına göre pedikür-menikür muhabbeti, bazılarına göre ise Türk-Kürt kardeşliğinin yansıma sözü olan “etle tırnak gibiyiz” ifadesi de artık antika bir sözden öteye geçemeyecek. İki taraf da alttan almıyor maalesef. Bu tünelin sonunda ışık gören varsa söylesin lütfen… Bakın bunu insan ayrımı yapmadan söylüyorum: Bu ülkede her gün birileri ölüyor. Onlarcası da yaralanıyor. Bu kördüğüm haline gelmiş ipi çözecek bir babayiğit de şu an için görünmüyor. Peki ne oldu da buralara gelebildik?
ÇÖZÜM SÜRECİNİN BÖYLE OLACAĞI BELLİYDİ
Çözüm sürecinin en başlarında heyecanlanır gibi olmuştuk. Artık bu koskocaman adamlar, akl-ı selimi göz önüne alarak ellerindeki bu insan düşmanı silahları bir kenara bırakacaktılar. Bir umut yeşermişti veya yeşertilmişti ülkenin dört bir köşesinde. Doğu artık kan ve gözyaşı ile değil, turizmle anılacaktı. Analar acıdan değil de mutluluktan dolayı dökecekti gözyaşını. Çözüm süreci figüranları göğüslerini gere gere barışın yakın olduğunu bizlere her defasında ifade ediyorlardı. Ama benim sezdiğim bir eksiklik vardı bu figüranlar arasındaki ilişkide. Bu ilişkideki en büyük eksiklik maalesef güven eksikliğiydi. İki taraf da birbirine güven vermiyordu. Temeli olmayan bir binaya ikinci ve üçüncü kat çıkmak gibi bir durumdu bunlarınki. Pamuk ipliğinin sağlamlığı ne kadarsa bunların birbirine duyduğu güven de o kadardı. Tabi bu arada çözüm sürecinde devletin rehaveti ise evlere şenlikti. Doğu’nun bir çok şehrinde yeni yeni yapılanmalar türemeye başlamıştı her ne olduysa. Özellikle il ve ilçelerin mahalle asayiş birimleri kuruldu çok geçmeden. Devletin olaylara yetersiz kaldığı birçok yerde bu illegal yeni yapılanmalar olaylara müdahale eder hale gelmişti. En küçük asayiş olayında bile olay yerine intikal etmeyen kolluk kuvvetleri halkın güvenini gitgide kaybediyordu. Özellikle muhabirlik yaptığım yıl içerisinde birkaç asayiş olayını( Kavga, hırsızlık gibi) kolluk kuvvetlerine haber verdiğim halde maalesef intikal ettirilmedi kimse. Bu gediği iyi ve profesyonelce kullanan illegal yapılanmalar her mahallede bir nevi güvenliği sağlar hale geldi. Mesela benim kendi kulaklarımla duyup gözlerimle gördüğüm bir olay ise şuydu:
Sahtekar bir müteahhit, parasını aldığı halde ev sahiplerine tapu belgesini vermeyip şehir dışına kaçmıştı. -Bu problemler özellikle Güneydoğu’da çok görülüyor- Defalarca şikayet etmelerine rağmen devlete ait kurumlar bir müdahalede bulunmamıştı. Artık devletten ümidini kesen halk mecburen bu yeni yapılanmalara başvuru yapıyordu. Ve bu insanlar gerçekten de olayı çözüp zorla da olsa müteahhitten tapuları almasını biliyordu. Bu iş böylece çözülüyordu. Polis ve asker ise kendi görev mahallinin etrafını ise tellerle sarıp halkı biraz daha kendinden uzaklaştırıyordu. Üç buçuk yıl içerisinde birçok şey yaşandı aslında ama bunları burada yazacak olsam hem başıma bela açarım hem de uzun olacağından kimse okumaz bu yazdıklarımı.
ÇATIŞMALAR GELİYORUM DİYORDU
Nevruz günü gelince güncellenmeye tabi tutulan bu süreç, mektup ve yazışmalarla idare ediliyordu. Ama bu işin sonunun pek de iyi olmayacağını anlamıştım. Yakın çevreme bu sürecin yakın zamanda biteceğini ve çözüm sürecinde olan tek tük ölüm olayının çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte onlarca katını yaşayacağımızı söylemiştim. Ben ne bir müneccim ve ne de bir kahinim. Buna belki basiret diyebilirsiniz ama ben bunu da kabul etmem çünkü karşılıklı güvene tabi olmayan hiçbir işin sonu selametli değildir. Çarşı ve pazarlarda enselerinden ve şakaklarından vurulan askerler aslında bunun habercisiydi. Otuzun üzerinde öldürülen korucuların haber değerinin bile olmaması aslında çözüm sürecinin ayağını kaydırmaktaydı aslında. Her şey yolunda gidiyor derken kimin devirdiği belli olmayan bir masanın etrafında toplanan barış sevdalıları, bir anda silahlarına sarılıp belki de sonu olmayacak bir çatışmalı sürece doğru yol almaya başladılar…(Devamı sonraki yazılarda…)
ÇETİN CAN