Özlem, insanın en derin duygularından biridir; bazen bir çocuğun gözündeki parıltı, bazen de yaşlı bir insanın sessiz gözyaşıdır. Ama belki de en güzel tarifi, bir bitki yaprağında bırakmadığı o küçük su damlasıdır. Tıpkı o damla gibi, özlem de dokunduğu yeri ıslatır, bıraktığı izi unutturmaz.

Yaprağın üzerindeki su damlası, güneşle buluşunca buharlaşır ama ardında bir nem, bir hatıra bırakır. Özlem de öyledir; zaman geçse de yok olmaz, sadece şekil değiştirir. Kimi zaman bir fotoğrafın sararmış kenarında, kimi zaman eski bir şarkının nakaratında kimi zamanda bir sigara dumanında kendini gösterir. İnsan, "Ben de insanım" diye haykırmak ister çünkü özlem, robotik bir his değil, kalbin en saf titreşimidir.

Doğa, özlemi en iyi anlatan öğretmendir.

Bazen bir park, bazen bir sokak bazen, bir ağaç, bazen de tarihin sessiz tanıkları gibidir. Tıpkı özlemin, geçmişle şimdi arasında kurduğu köprü gibi.

Özlem, D vitamini gibidir; eksikliği ruhu hasta eder. Güneşe hasret kalan bir beden nasıl halsizleşirse, sevdiklerinden uzak kalan bir yürek de öyle solar. Ama umut, tıpkı güneş ışığı gibi, o eksikliği tamamlamak için her daim ufukta bekler.

Belki de özlemin en acımasız yanı, onu tarif etmeye çalışırken kelimelerin yetersiz kalmasıdır. Bazen bir tebessüm, bazen bir hüzünde saklıdır belki, ama her zaman insana dairdir.

Sonuçta özlem, bir yapraktaki su damlası kadar naif, bir D vitamini kadar hayatidir. Onu saklamaya çalışsak da bir gün mutlaka yüzeye çıkar ve bize ait olduğunu fısıldar. Çünkü özlem, insan olmanın en gerçek kanıtıdır.

Özlem, acıtır ama aynı zamanda yaşama bağlar. Çünkü özlediğimiz her şey, bir gün kavuşma ihtimalinin heyecanını da taşır yüreğimizde…