O da ne! Yirmi dokuzluk mu ışıldıyor, yoksa kör oldum da göremiyor muyum artık! Gök kubbeye çıkartan ışık beni de almış mıdır parıldayan yerinin tam kalbine? Yirmi dokuzluk mu? Alfabeden bahsediyorum.
Yani eğitim çatısı altında bir araya gelen tuğlaların oluşturduğu temelden, ilk tuğladan. Aslına bakıldığında eğitimin ömür boyu ne başı bilinir ne sonu çizilir. İlk tuğla dediğime bakmayın. O tuğlanın altına serilmiş sağlam döşemeden bahsetmiyorum bile. Teorik eğitim öncesi görgü, ahlak ve yerinde tutumların harcını oluşturduğu zemin, zaman ilerledikçe üstüne katılmaya devam eden gökdelenin kenetleyicisi, sabitleştirilişidir bir bakıma. Anlayacağınız zemin sağlam olmadıkça yirmi dokuzluğun veya bu bağlamdaki başka bir öğretim modelinin pek de sözü geçmez. Lakin bu, teorik eğitimin; tutumsal eğitimin gerisinde olduğu anlamına da gelmez. Mesele eğitim modellerini bütünleştirip tek bir havanda harmanlamakta. Bizleri anca 'tutumsaI'ın süzgecinden geçmiş bir ’teori', 'teorinin' dallarında yeşeren bir 'tutumsal' yüceltebilir. Burada bizlerin omuzlarına düşen eğitimi 'itim' olmadan kavramak, yaşantımıza geçirmek ve en önemlisi inşasına kalkıştığımız sonu olmayan gökdeleni mümkün olduğu sürece eksiksiz devam ettirmeyi başarmak. Unutulmamalı ki
Mimar da bizleriz işçi de. Etrafı en iyi biçimde aydınlığa çıkarıp görünür hale getirmek için tüm azimle çabalamak, emek vermek ve koskoca bir ışık olma gönüllülüğünü üstlenmek olur ya. Tam da bu parlaklığın ihtişamına bürüdüklerinden bir parçadır mimarisini elimizde bulundurduğumuz proje. Koldaki altın bilezik değil baştaki biricik taçtır eğitim. Bizler kalemin gölgesindeki birer harf iken var olmamızı sağlayıp yine ve yine bizi yüceltendir. Kıskacına takıldığımız bilinmezliğin açıklayıcısı ve kurtarıcısıdır.
Kocaman gemileri omzunda taşıyan aziz denizin ta kendisidir. Sonu olmayan ve her daim akan bir deniz... Bugün bu konu hakkındaki görüşlerimi, eğitim çatısı altında bulunduğum değerli bir hocamın isteği üzerine yazıyorum. Başım gözüm üstüne...