Bediüzzaman Said Nursi yüzyılımızın yetiştirdiği önde gelen İslam âlimlerinden biridir. Bitlis’in Hizan kazasına bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde 1878 yılında dünyaya gelmiş, 23 Mart 1960 da Şanlıurfa’da Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Harikulade hafızası, keskin zekâsı ve üstün kabiliyetleriyle küçük yaşlardan itibaren dikkatleri üzerinde toplayan Said Nursi, normal şartlar altında yıllar süren klasik medrese eğitimini üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır. Gençlik yıllarını çok hareketli bir tahsil hayatı ile geçirmiştir. İlmindeki üstünlüğünü, devrinin âlimleriyle çeşitli zeminlerde yaptığı münazaralarla bizzat ispatlamıştır. Bu meziyetleriyle ilim çevrelerinde kendisini kabul ettirmiş ve “Bediüzzaman” yani “çağın eşsiz güzelliği” lakabıyla anılmaya başlamıştır.
Said Nursi medrese eğitimiyle dini ilimlerde kazandığı ihtisası, çesitli fenlerde yaptığı inceleme ve araştırmalarla tamamlamıştır. Bu arada devrinin gazetelerini takip ederek ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerle ilgilenmiştir. Diğer taraftan, doğup büyüdüğü şark topraklarının sıkıntı ve problemlerini bizzat yaşamıştır. Bu sebeple Said Nursi, en zaruri ihtiyacın eğitim olduğu kanaatine varmış; bunun için de şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurulmasını temin için yardım istemek maksadıyla 1907 de İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da da ilim dünyasına kendisini kısa sürede kabul ettiren Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle meşrutiyete İslam namına sahip çıkmıştır. 1909 da patlak veren 31 Mart Olayında yatıştırıcı bir rol oynamıştır. Buna rağmen, haksız ithamlarla Sıkıyönetim Mahkemesine çıkarılmış, ancak beraat etmiştir. Bu hadiseden sonra İstanbul’dan ayrılarak şarka dönmüştür.
Birinci Dünya Savaşının patlak verdiği günlerde Van’da bulunan Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cepheye koşmuştur. Van müdafaasında çok büyük hizmetler vermiş; savaşta birçok talebesi şehit olmuş, kendisi de Bitlis müdafaası sırasında yaralanmış ve esir düşmüştür. Yaklaşık üç yıl Rusya’da esaret hayatı yaşadıktan sonra Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul’a dönmüştür.
İstanbul’da devlet ricalinin ve ilim çevrelerinin büyük teveccühüyle karşılanmış; Dar’ül-Hikmet’il-İslamiye azalığına tayin edilmiştir. Bu devrede, resmi vazifesinden aldığı maaşla kendi kitaplarını bastıran ve bunları parasız dağıtan Bediüzzaman, İstanbul’un işgali sırasında neşrettiği Hutuvat-ı Sitte adlı broşürle büyük hizmet etmiş ve işgal kuvvetlerinin planlarını bozmuştur. Yine işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu’daki kuvay-ı milliye hareketini “isyan” olarak vasıflandıran şeyhülislam fetvasına karşı, mukabil bir fetva vererek milli kurtuluş hareketinin meşruiyetini ilan etmiştir. Bu hizmetleriyle Anadolu’da kurulan Millet Meclisinin takdirini kazanmıştır. Mükerrer davetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara’ya gelmiş ve Mecliste merasimle karşılanmıştır. Bediüzzaman daha sonra Van’a dönmüştür.
Bediüzzaman , Van’da ikamet ettiği uzlethanesinden alınarak Burdur’a oradan da Isparta’nın Barla nahiyesine götürülmüştür. Burada “manevi cihat” hizmetini başlatmış, telif ettiği eserlerde iman esaslarını terennüm etmiştir. Bu eserler, imanını tehlikede hisseden halkın büyük teveccüh ve rağbetine mazhar olmuştur. Elden ele dolaşarak hızla yayılmıştır. 1935’te Eskişehir, 1943’te Denizli, 1947’de Afyon, 1952’de İstanbul mahkemelerine çıkarılmıştır. Kastamonu, Emirdağ, Isparta’ da tarassud ve takip altında yaşamaya mecbur edilmiştir.
Hayatının son günlerine kadar iman ve Kuran hizmetini büyük bir kararlılıkla devam ettiren Bediüzzaman, telif ettiği 6000 küsür sayfalık Risale-i Nur külliyatını tamamlamaya muvaffak olmuştur. Bu eserler bugün birçok dünya dillerine çevrilmiştir. Bugün dünyanın her yerine binlerce insan tarafından eserleri şevkle okunmaktadır. İstiklal Marşı Şairimiz öyle der:
“Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.”
Allah Rahmet eylesin