Kawsan köyünde Gerçek hikaye Köşe Yazısı; KADDUR AKSOY

Yıl 1961 yolu, suyu, elektriği, olmayan taş ve toprak yapılı, tezek kokulu, cehaletin zirve yaptığı köyümüz:Mardin/Savur’a bağlı İşgören (Kavsan) köyü. 

Devletimiz ezberimdeki: ‘Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz, gelmesek te görmesek te, o köy bizim köyümüz.’ Şiirde ki kuralı bozarak köyümüze gelmiş, görmüş ve bu köyümüze, inşaatı yeni biten bir ilkokul yapmıştı. Çimentoyu ilk kez görüyor, ellerine alıp merakla inceliyordu köylülerimiz. İlkokulun birinci sınıfına kaydım yapıldı. İki yüz haneli köyümüzde okuma yazması olan tek insan Bozo dayı idi. Bitişik el yazısını askerlikte öğrenen dayı köylülerin tüm asker mektuplarını okur ve yazardı. Ona mektup okutturmaya ya da yazdırmaya götüren asker anne ve babaları, ellerinde bir ya da iki çiğ yumurta götürür küçük oğlu Mahmut’un eline verirlerdi.

Okulun açılacağı günü merak ve korku içinde bekliyorduk. Tek kelime Türkçe bilmiyor, büyüklerimiz öğretmenin çok dayak atığını, atacağını söyleyip duruyorlardı.Nihayet beklediğimiz gün gelip çatmıştı.

Elinde tahta bir bavul, traşlı, değişik ve güzel giyimli, adı Erden Denizeri olan bir öğretmen muhtar babamın evine geldi. Köylüler onu çok sevdiler. Bütün isteklerini hemen yerine getirdiler. Köydeki kadınların hiçbiri Türkçe bilmiyordu. Ancak askerlik yapan erkekler öğretmenle çat pat yarım yamalak bozuk bir Türkçe ile anlaşabiliyorlardı.

Sabah annelerimizin bize elleri ile diktikleri bez çantalarımızı boynumuza asarak okula gittik. Öğretmen okul önünde dikili bir demir borunun yanında durmuş gelen öğrencileri sıraya diziyordu. Kızlarla birlikte yaklaşık yüzyirmi öğrenciydik. Feodal yapının bu kadar etkin olduğu bir yerde, kız çocuklarını o dönemde okula gönderen büyüklerimizin öğretmene karşı olan olumlu sevgi, saygı ve güvenlerinden kaynaklandığını tahmin ediyorum.  Bunu bugün düşünürken, hayretler içinde kalıp o öğretmenimin önünde eğilmek istiyorum.

Öğretmen konuşmaya başladı: Ama ne dediğini anlamıyorduk. Rahat ve hazır ol deyip elindeki büyükçe zarftan kırmızı ve üzerine beyaz renkte ay yıldızı olan bir kumaşı göstererek: Çocuklar; işte bu bizim bayrağımız diyerek direkteki ipe özenle bağladı. Türk Bayrağımızı askerliğe gidenler hariç, geri kalanların tümü ilk kez o gün görüyorduk. Tekrar hazır ol çekerek daha sonra ezbere okuyacağımız istiklal marşımızı tek başına okudu. O söylerken biz gülmeye başladık çünkü ne söylediğini anlamıyorduk. Arkadaşlarımız hem yüksek sesle gülüyor hem de kendi aralarında fısıldaşarak; bu öğretmen deli mi? Ne?Diyorlardı. 

Öğretmen gülüşümüze sinirlenmişti. Bize tepeye kadar koşma cezası verdi. Ama o da bizimle koştu. İlk gün bize dağıtılan renkli silgileri şeker sanıp yiyen arkadaşlarımız oldu. Evet öğretmen belki de farkında olmadan bir okuma yazma seferberliği başlatmıştı. Kısa bir zaman içinde bizimle birlikte öğrenci olmayan köyün tüm gençleri, orta yaşlıları okuma yaz öğrenip mektup yazmaya başladılar. Bir kurşun kalemi dört parçaya bölüp paylaşıyor ve yeleklerinin cebinde taşıyorlardı.Kan davası olan gençler futbol maçı yapıyorlardı. Köylülerimiz için sanki öğretmen kutsaldı, onun her söylediği söz ve her yaptığı iş onlara ve bizlere göre doğruydu. Artık Bozo Dayı’nın pabucu dama atılmıştı. Yazımız bitişik yazı olmadığı için bizi ve öğretmeni eleştiriyordu. 

Komşu köy Cillin’in öğretmeni Antalyalı Hayati Hoca her hafta sonu heybetli kumral atına binerek bizim öğretmenin yanına misafir gelirdi. Hayati Hoca’nın Sürgücü Karakol komutanı ile arası çok iyiydi. Çevre köylerde çıkan kavgalarda onları barıştırmak Hoca’nın göreviydi. Kısa boylu, uzun saçlı, deli dolu biriydi. Atıyla lojman kapısından içeri girmeye çalışırdı. At içeri giremeyince şahlanıp ön ayakları ile kapı üstündeki betonu döverdi.

Bu maceralı yaşam devam ederken ben ilkokulu bitirip bu fedakâr öğretmenin teşviki sınıf öğretmeni olarak dört saat yaya yolu Kastamonu’nun bir orman köyüne iki yıl sonra yine Midyat’ın yolsuz, susuz bir köyüne atandım

Midyat’ta öğretmenler toplantısından çıkarken kapıda Uzun saçlı kısa boylu Hayati Hoca’yı gördüm, O da toplantıya katılmıştı. Hoca sohbet etmek üzere beni ve üç arkadaşımı lokantaya yemeğe davet etti. Oturup yemek siparişini verdik. 

Hayati Hoca konuşmaya başladı: 

          Ben sekiz yıl önce Midyat‟ın Hristiyan bir köyüne genç, bekar bir öğretmen olarak atandım. Burada görev yaparken papazın kızına âşık oldum. Papaz, bir Müslümana kız veremeyeceğini, Ancak Hristiyanlığı kabul etmesi halinde kızını verebileceğini söyledi. Papaza çok yalvarmama rağmen bir türlü kızı alamadım. Çevrenin ileri gelen aşiret liderlerinden birkaç kişiyi ayarlayıp çok sevdiğim kızı istemeleri için papaza gönderdim. Ancak onu bir türlü ikna edememişlerdi.

         Tek çare, benim Hristiyanlığı kabul etmemdi. Ben ona, o da bana âşık olmuştu. Çaresiz kalınca ‘tamam dedim. Başka ne yapabilirdim ki? Sevdiğim kız için Hristiyan olmayı kabul edince Papaz, heyeti ile birlikte beni kiliseye götürüp; bahçede yaklaşık bir insan boyundaki kocaman, içi su dolu testinin yanında durdurdu. ‘Soyun bakalım hoca, ayakkabı ve çoraplarını da çıkart, sadece üzerinde külot kalsın’. Hiç tereddüt etmeden hemen soyundum. ‘Şimdi testinin içine gir’.Bir iskemle yardımıyla boğazıma kadar buz gibi suyun içine girdim. Papaz, anlamını bilmediğim bir sürü dua okuduktan sonra; uzunca saçlarımdan tutup üç kez suya batırıp çıkartıpyüksek sesle: 

Müslüman koydum, Hristiyan çıkardım. Müslüman koydum, Hristiyan çıkardım. Müslüman koydum, Hristiyan çıkardım. Diyerek kafamı üç kez suya batırıp çıkardıktan sonra: ‘Hadi çık bakalım’ dedi. Bana verilen bir havluyla kurulandıktan sonra elbiselerimi giydim, sonra Papaz ve heyettekilerin ellerini öptüm. Yanındakiler de sıra ile onu ve beni tebrik ederek vaftiz ettiler. ‘Hz. İsa seni korusun‟ dediler. Bildiğiniz gibi vaftiz; Hristiyanlıkta Hz. İsa'nın dinine katılmanın hukuki ve mukaddes bir göstergesidir. Günahlardan arınmadır. 

-Şimdi ben gerçekten Hristiyan mı oldum? ‟

-Evet, evet artık sen gerçek bir Hristiyan’sın.

-Vay be! Çok kolaymış ya! Tam iki yıl uğraştım. Hristiyan olmanın bu kadar kolay olduğunu bilseydim. İlk günden itibaren olurdum, deyince, herkes kahkahalarla gülerek oradanayrıldı. 

İki ay sonra onların örf, adet ve geleneklerine göre düğün yaparak evlendim. Aslında çok iyi bir Müslümanda değildim. Hele Hristiyanlığı hiç beceremiyordum. Çoğu zaman gerçek bir Hristiyan olan eşim ile bu yüzden tartışır, kavga ederdik. 

Hristiyanların oruçlu olduğu bir ayda, Midyat’tanköyüme dönerken çıkışta yol kenarındaki bir balıkçıdan iki kilo taze balık alıp eve götürdüm. Eşim balıkları görünce çok sevindi. Çünkü oruç ayında Hristiyanlar tüm hayvanlardan sadece balık etini yiyebiliyorlarmış. 

-Çok teşekkür ederim bey, beni çok mutlu ettin. Şimdi inanıyorum ki artık sen gerçek bir Hristiyan’sın dedi. Hiç bozuntuya vermeden: 

-Bir şey değil canım. Elbette gerçek bir Hristiyan’ım. Olmaya da devam edeceğim dedim. 

Başka bir gün, çarşıda hindi satan bir adam gördüm. Canlı hindilerden birini alıp eve götürdüm. Oruçlu olduğumuzu tamamen unutmuştum. İçeri girdiğim gibi eşimden yüksek sesle azar işittim: 

-Sen ne biçim Hristiyan’sın? Böyle mübarek bir günde eve hindi getirilir mi? Biz Hz. İsa’ya öbür dünyada ne cevap vereceğiz?

-Ya Hanım bir dur! Kurban olduğum Hz. İsa gibi büyük bir peygamberi bu işe karıştırma. Neden bağırıyorsun? Hindi etinin oruçta yasak olduğunu bilmiyordum. Bilseydim tabi ki getirmezdim. Sonra Hz. İsa’nın o kadar çok işi varken, bizim mutfaktaki bir hindi ile neden uğraşsın? 

-Sen oruçlu olduğumuzu nasıl unutursun? Asla bunu kabullenemem, hemen şimdi burada, bu hindiyi kesmeden sal gitsin. Aksi halde çeker babamın evine giderim. 

-Hanım, bir dur ve sakin ol! Bu işin kolayı var. Sinirlenmene bağırmana gerek yok. Hemen hallederim. Sen koş bir kova su getir. 

-Bir kova su mu? Ne yapacaksın? 

-Hanım sen koş getir ve gerisine karışma!

-Al sana su dolu kova, haydi hallet? Nasıl halledeceksin?

Hemen canlı hindiyi alıp gövdesi ile birlikte kafası da batacak şekilde kovadaki suya batırarak üç defa; 

-Hindi koydum, balık çıkardım. Hindi koydum, balık çıkardım. Hindi koydum, balık çıkardım‟ diyerek eşime döndüm:

-Bak Hanım, boşuna kızıyordun. İşte al sana balık. Yani hindimiz artık balık oldu.

-Bey, sen kafayı mı yedin? Deli misin ne? Bu bir hindi!Hindiii! Hiç bundan balık olur mu?

-Hanım, tamam anladım. Önce hindi idi ama şimdi balık oldu. Görmüyor musun? Tam balığa benziyor.

-Bey, artık bende senin gibi kafayı yemek üzereyim, sen benimle alay mı ediyorsun? Yoksa beni cahil biri mi sandın? Hiç hindiden balık olur mu?

-Bak Hanım, Papaz baban beni kilisede testideki suya Müslüman olarak batırıp Hristiyan olarak çıkarmıştı. Bu nasıl olduysa bu hindi de öyle balık oldu. Dediğimde: Eşim çok sinirlenmişti, hindiyi elimden çektiği gibi pencereden dışarıya fırlattı: 

-Haydi, git bak, belki şimdi balık olmuştur.

-Hanım, eğer bu hindi balık olmamışsa ben de artık Hristiyan değilim‟ diyerek, dışarıya koşup hindiyi yakaladım. Bir arkadaşımın evine gidip hindiyi akşam yemeği yapıp yedik. Sinirleri geçsin diye o gece eve gitmedim. Orada eşimi arayarak:

-Hanım ben arkadaşımın evindeyim, birlikte hindi kaynatıp yedik. Akşam yemeğine gelmeyeceğim.

-İstiyorsan eve hiç gelme, inşallah zehir, zıkkım olur. Hz. İsa bunun hesabını sorup fitil fitil burnundan çıkaracaktır‟ deyip telefon yüzüme kapattı. 

Bir arkadaşım dayanamayıp sordu: Hayati Hocam, çocuklarınız var mı? 

- Üç çocuğum var. İkisi kız, biri erkek. 

- Peki, bu çocuklar kimden yana? 

- Aslında önceleri benden yana idiler. Müslümanlığa daha yakın duruyorlardı, ama namaz kılmadığımı, oruç tutmadığımı fark edince ‘Baba sen ne biçim Müslümansın?’ Dininizin gereğini neden yerine getirmiyorsun? Ama bak, annemiz gerekli her şeyi yapıyor. Her hafta sonu bizi kiliseye götürüyor, bir kere olsun sen bizi camiye götürmedin’ dediler. Onlara verecek cevabım olmadı. Yani çocuklar, şu an annelerinden dolayı Hristiyanlığı kabullenmişler. Ama artık ben de dinime dönerek namaz kılıp, oruç tutacağım. Allah’ın izniyle çok yakın bir zamanda üçünü de Müslüman yaparım. 

Hayati Hoca, konuşmasını bitirdikten sonra: Arkadaşlar sizinle vakit geçirmeye doyum olmuyor ama bir yere uğramam lazım, diyerek ayağa kalkıp izin isteyerek ayrıldı. 

Kaddur AKSOY

Emekli Öğretmen