Yetiş, sinemanın doğuşuyla birlikte sanatın özünü yansıtmak amacıyla başlamış olsa da 20. yüzyılın başlarından itibaren propaganda aracı olarak kullanılmaya başlandığını ifade etti. Özellikle son yüzyılda, ideologlar, finansörler, farklı gruplar ve emperyalist devletlerin toplumun düşünce yapısını etkilemek için her şeyin bir propaganda aracına dönüştüğünü belirten Yetiş, "Bireyler zamanla kitlesel manipülasyonlara maruz kalarak fikirlerini etkileyici bir şekilde değiştirilirler. Sinema, doğrudan olmasa da gizli bir şekilde psikolojik yöntemlerle zihinlere sinyaller gönderir. Başlangıçta sanatın ruhunu yansıtmak amacıyla ortaya çıksa da, sonunda yapımcıların çıkarları için kullanılan en karmaşık yöntemlerle beyaz perdeye yansır. Eril kahramanlık hikayeleri, romantik arayışlar, kadın melodramları, kurtarıcı şiddet öyküleri, ırkçılık ve suç konuları gibi temalar, toplumsal değerlerle bağlantılı hale getirilir ve bu şekilde toplum tarafından doğal kabul edilir. Sinema, insanların bu temaları farklı bir gözle değerlendirmesine olanak sağlar," şeklinde konuştu.
Yusuf Yetiş, analizinde Rambo, Oppenheimer ve Barbie filmlerini örnek göstererek toplumun algısını nasıl etkilediğine dikkat çekti. "Özetle, sinema ile Oppenheimer otobiyografisi üzerinden anlatılan trajedi, dünyanın en büyük felaketi olan dramın gerisinde kaybolurken, Barbie filmi gibi gişe rekorları kıran yapımlar, feminin temalarla erkek egemen dünyanın karmaşıklığını gizlemek için bir perde oluşturur. Sonuç olarak, Rambo, Oppenheimer ve Barbie gibi filmler, gerçek problemleri ve gerçeği ifade etmek yerine, beyaz perdenin büyüsüyle ideolojik amaçları destekleyen ayinler sunarlar," dedi.
Analizin tamamını okumak için tıklayınız