Yazan ve Araştıran; Musa ÇELEBİ
Bismil'de bilhassa çocukların ve gençlerin yakalandığı mahiyeti meçhul hastalıktan 120 kişinin öldüğü bildirmiş. Hastalık bölgesinin kordon altına alınması o zamanın Valisi Diyarbakır’ın tüm sağlık görevlisini Bismil’e göndermiş. Daha sonra hastalık Bismil'in dışına da sirayet etmiş. Ergani, Çınar, Çermik Diyarbakır merkezin bir kısmına sirayet etti.
Sağlık bakanlığı tekayuza geçti.
O zaman Milliyet Gazetesinde çıkan haberlerin özeti;
Diyarbakır ve Bismil'de x 42 hasta hastanede yatıyor. Binlercesi de nebatî ilâçlarla tedaviye çalışıyor,
BİSMİL'DE HER EVDE HASTA ÇOCUK VAR,
İLÇEDE 0-2 YAŞ ÇOCUK KALMADI
HASTA VE ÖLÜLER TESBİT EDİLİYOR
Vali, yaptığı tetkikat sırasında ölüm ve doğum ilmühaberlerinin noksan olduğunu görünce, bütün kazaya sağlık memurları göndermiş. Hastalık kısmı kontrol altına alınmış.
1959 yılında Bismil'de Kara Yara salgını tekrar başlamış, Kurtuluş’ta doğan 152 çocuktan 150 si öldü. Verem yaygın hal aldı. Sıcakların artmasıyla hastalık çoğalmış, Diyarbakır Valisi Bismil'e giderek tetkiklerde yapılan sonuçları incelemiş.
Karayara (Birîna Reş) hastalığı nasıl oldu.
23 Haziran 1954’te “Askerî Kolaylıklar Antlaşması” ve daha sonrasında imzalanan çok sayıdaki ikili antlaşmalarla Türkiye’de bir yandan ABD askeri üs ve tesisler kurulup açılmaya başlanırken, diğer yandan da ilkokul öğrencilerine ABD’den hibe olarak gelen süt tozu, kek, balık yağı dağıtılmaya başlandı. “Barış Gönüllüleri” adı altında birçok CIA ajanı ise her yerde çalışmalarını gönül rahatlığıyla aleni sürdürür oldu.
ABD’nin yardım(!) kampanyalarından biri de 1955 yılında Marshall Planı kapsamında süneye, yani kımıl böceğine karşı korunaklı olan ilaçlanmış tohumluk buğdayların göndermesidir. Halk arasında Kara Yara/ Birîna Reş olarak tanımlanan amansız hastalık işte bu buğdayların gelişiyle başlar.
UYARILARA RAĞMEN BAZI AİLELER BU TOHUMLUK İLAÇLI BUĞDAYI DEĞİRMENE GÖNDERİR
Bedava verilen İlaçlı buğday (tohum) sadece tarlaya atmak için gönderilmişti. İşte bazı aileler bu buğdayı değirmende un yaptı. Ne olduysa o zaman oldu.
Kimyasal tarım ilaçlarıyla zehirlenmiş yüzlerce ton tohumluk buğday dönemin iktidarı tarafından çiftçilere tarlaya tohumluk için bedava dağıtılır.
İLAÇLI TOHUMLUK BUĞDAY UN OLURSA SONUÇ KATLİAM -
AMA DOKTORLAR İLK ÖNCE İLAÇLI TOHUMLUK BUĞDAYDA OLDUĞUNU ANLAMAZLAR
Onlardan bir kısmı bu buğdayları el altından a’laf ve zahireciler aracılığıyla darı, arpa ve buğdaydan daha ucuz bir fiyata satarlar. İlk önce zahire dükkânlarının civar ve önlerinde bu buğdayları yiyen serçe, güvercin ve kumrular ölmeye başlar, ama trajik olay anlaşılıncaya kadar insanlar bu ölümlerin nedenini anlayamaz.
Ardından da fakir-fukara naçar bazı insanların bu buğdayları ucuz olduğu için satın alıp değirmenlerde öğüterek un yapmaları ve bu unlardan yapılmış ekmekleri yiyen çocukların el, ayak ve yüzlerinde kara yaralar oluşmaya başlar.
Küçücük bedenleri kaplayan bu yaraların hemen sonrasında da yüzlerce kız ve erkek çocuk yaşlarına doyamadan ölür, yüzlercesi de sakat kalır.
Kara Yara Şiiri
Yatıyor iki sütun üstüne
iki çıplak yavrucuk,
Birinci sayfada iki sütun üstüne
bir avuç kemik deri
Delinmiş patlamış elleri,
Biri Diyarbakır’lı, Bismil’li, Ergani’li biri.
Kolları, bacakları, kargacık burgacık,
kafaları kocaman,
ağızları korkunç bir haykırışla açık,
birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.
İki kurbağacık
kara yaralı iki yavrum benim,
Yılda kim bilir kaç bininiz
acı suya bile doymadan gelip gidiyor…
Nazım Hikmet, 3 Ağustos 1959 tarihli bu şiiri (“Gazete Fotoğrafları Üstüne”) Musa Anter’in İleri Yurd gazetesinde kaleme aldığı “kara yara” üzerine yazıları vesilesiyle yazmıştı. Tohumluk buğdayda Değirmende un edilmesi ve bunun neden olduğu ölümler, daha sonra Anter’e “Birîna Reş” (“Kara Yara”) adlı oyunu yazdırdı. “Bu eseri 1959’da İstanbul Harbiyesinde 38 nolu hücrede tutuklu iken yazdım” diyor
……
Kaynak: Musa Anter, Birîna Reş / Kara Yara, Avesta Yayınları, 1999.
................ .....
Bu ara Diyarbekir havalisinde bir gezinti yapmış; Çüngüş, Dicle, Hazro, Lice, Hilvan, Çınar ve Bismil’i gezmiştim. Bu ilçelerde çoğu doktorsuz olan sağlık ocaklarına uğradım. Buralarda maymun yavrularına dönüşmüş yüzlerce yara bere içinde çocuk gördüm. Çocukların tüm yüzleri kara kara ve bir karış boyunda kıllarla kaplıydı. Yüzleri ve vücutları, çeşitli yerlerinden parça parça etler dökülmüş, iyileşmez yaralarla doluydu. Çocukların büyük bir kısmı ölüyordu. Bu olay 1958 yılında geçiyordu. Bugün bir istatistik yapılsa, bu yıl ve ondan üç, beş yıl evvel doğumlu çok az insanı vardır sanıyorum. ……. ...........
Musa Anter, Hatıralarım, Avesta Yayınları, 2000.
Nurettin Değirmenci Çermik’teki acılı o kara günleri anılarında şöyle anlatır:
“Kara yara, bütün vücudu sarıyordu. Özellikle, su sıkıntısının olduğu bölgelerdeki insanlar, bu buğdayları yıkamadan değirmene götürdükleri için; felaket daha büyük oluyordu.
Bazı analar çok titiz olduğu için, onların çocukları kara yara belasını ucuz atlattı. Ancak, fırınlardan satın alınan ekmeklerden de kara yara oluşuyordu. Bu teşhis sonradan yapıldı. İş işten geçtikten sonra. Kara yara kasabayı kavurduktan sonra, gerekli önlemler alınmaya başlandı. O zamana kadar zaten ilaçlı buğdaylar bitmişti.” (1960’lı Yıllardan Bir Kesit ÇERMİK, İstanbul 2002, s. 231-232)